Hasan Arslan

Hasan Arslan

13 Nisan 2025 Pazar

    KÜRTLERE VERİLECEK HAKLAR TÜRKLERİN KAYBI OLUR MU?

    KÜRTLERE VERİLECEK HAKLAR TÜRKLERİN KAYBI OLUR MU?
    4

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    DEM Parti Eşbaşkanı Sayın Tuncer Bakırhan: „Kürtlerin hakkı, Türklerin kaybı olmaz. “ demiş.

    Konuya ilişkin düşündüklerimi yazmadan önce bir gerçeği anımsayalım.

    Çoğunluğu Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki yerleşim yerlerinde yaşayan yurttaşlarımızın tamamı Kürt kökenli değildirler.

    Oralarda çok çeşitli etnik kökenden gelen yurttaşlarımız var bizim.

    Ama; her nedense, siyaset sahnesine çıktıkları ilk günden bu yana, adını sık sık değiştirmek zorunda bırakılan parti, salt Türkiye’nin Kürt sorunundan başka bir sorundan söz etmez. Özellikle de o bölgede yaşayan Zaza haklarından söz ettiklerine ne konuşurlarken ne de yazarlarken tanık oldum ben.

    Varsa, yoksa Kürtler…

    Daha önce, birkaç kez yazmıştım ama; bir kez daha yazayım buraya.

    Bu yazdıklarım Türkiye’nin Kürtlerinin tüm ülke coğrafyasında yaşadıklarının da kanıtıdır.

    Benim anam tarafından büyükannem ve büyükbabam Kürt’türler.

    Malatya’nın Pütürge İlçesi, Avan Köyü’nden göçerek yerleşmişler Adana’nın Yumurtalık İlçesi, Yeniköy’üne.

    Babam tarafından olanlarsa Bingöl’ün köylerinden gelmişler, Zaza’dırlar.

    Biz yedi kardeşiz; Kürt bir anadan doğduk, Zaza bir babadan olduk yani.

    Anamız da, babamız da Çukurova’da dünyaya gelmişler. Ne Kürtçe bilirlerdi ne Zaza’ca…

    Ben; 54/55 öğretim yılında başladım ilkokula.

    Köyümüzde o yıl okul açıldı ve o okula atanan ilkokul öğretmenimiz bizim köyün Kürt ve Zaza çocuklarını, her gün, gün kaçırmadan, kızlı, erkekli, karatahtanın önüne dizer, „Rahat’ Hazır ol!“  komutuyla esas duruşa getirir ve bize şu soruyu sorardı:

    „Kürt müsünüz, Türk müsünüz?“

    Sorusunun yanıtını da ezberletmişti bize:

    Hep bir ağızdan ve yüksek sesle; „Kürt’üz ama öğretmenim, Türklüğümüz daha fazladır! “ diye bağırtırdı bizi.

    1970 yılında evlendim. 1971 yılında oğlumuz geldi dünyaya. İki ya da üç yaşlarındaydı. Eşimin İstanbul’daki ailesine gittik yaz tatilinde.

    Özlemle aradığım, saygıyla andığım kayınannem; „Çocuklar için çok güzel pijamalar yapmışlar. Eşofman görünümünde. Mehmet’e de bir iki tane alın onlardan.“ dedi.

    İstiklâl Caddesi’nin ara sokaklarından birindeki bir çocuk giyim dükkânında bulduk. Çıkardı satıcı birkaç renk ama; ben beğenmedim.

    Neden beğenmediğimi sordu bana dükkân sahibi.

    „Kırmızısı yok bunların. Ben Kürt’üm, Kırmızıyı severim. “dedim.

    Adamın bu sözüm üzerine; „Estağfurullah abi! “demesi hâlâ yüreğimi sızlatır.

    1982 yılıydı. 12 Eylül Darbesi üzerinden iki yıl geçmişti ve sıkıyönetim vardı daha ülkede. O yıl, arabayla Türkiye’ye gittik. Darıca’da arabalı vapur kuyruğunda arabalı vapur bekliyoruz. Önümüzde oldukça büyük, eşşek kadar, Almanya plakalı bir Mercedes var. Gelen vapur arabaları aldı. İskelede yer açıldı. Bizi de arabalarımızı öne almak üzere çağrıldık. Mercedes’in sahibi kilitlemiş arabasını, bir yerlere gitmiş. O hareket etmeden ben de hareket edemiyorum. Benden önde. Sırasını almak doğru gelmiyor bana. Bütün arabalar kornalarına basıyor ve bana sesleniyorlar. İster istemez aldım arabayı iskeleye. Arkamdan çok sayıda araba da geldi doğal olarak iskelenin parkına. Sonunda Mercedes’in sahibi göründü ve doğrudan bana gelerek neden sırasını aldığımı sordu.

    Kendisine ulaşamadığımızı ve arkamdaki araç sahiplerinin ve iskele görevlilerinin isteği üzerine yapmak zorunda kaldığımı anlattım.

    Ben; onunla konuşurken eşi, hiç de hoş olmayan bakışlarla bana bakıyor. Bende saçlar tamam. Ağzımın üstünde koca bir solcu bıyığı…

    „Şuna bak! “ dedi kadın, „Kürt müdür, nedir? “

    Çok kızdım. Vatandaşa sordum: „Kim bu? Eşin mi?“

    „Evet! “dedi. „Söyle eşine, arabanıza girsin. Sana bir şey diyeceğim. “ dedim.

    Hanım Efendi(!) arabaya girince; ses tonumu da son derece yükselterek, „Kürt’üm ulan! Seni önüme de almıyorum. Elinden geleni ardına koyma! “gibi bir şeyler dedim ya da demek zorunda kaldım.

    Diyeceğim; bu Kürt sorunu denilen sorun yeni değil, ülkenin, cumhuriyetimizin yüz yıllık sorunu.

    CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel; „İlk yüzyılda yapamadığımızı ikinci yüzyılda, sizinle birlikte yapalım. “derken haklıdır.

    DEM Parti Eşbaşkanı Sayın Bakırhan da, Bahçeli’nin sözleri üzerine; “Biz de Kürtlerin ve Türklerin birbirini sevmesinin farz olduğunu söylüyoruz, buna inanıyoruz.” derken, o da haklıdır.

    “Kürtlere tanınacak her hakkın Türklerin kaybı olacağı endişesinden artık kurtulmamız gerekiyor.” derken ama; salt Kürtlerden ve Kürt haklarından söz ediyor. Zazalar bir kez daha yok sayılıyorlar.

    Salt Zazalar da değil, ortada bir haksızlık varsa; o bölgede yaşayan herkese yapılan haksızlıktır o.

    Salt o bölgede de değil, tüm Türkiye’de var o haksızlık, eğer varsa…

    Sayın Bakırdan şöyle sürdürüyor konuşmasını:

    “Bu kriz ve kaostan çıkışın en önemli yolu Kürt meselesinin demokratik yollarla çözülmesidir. Kürt meselesi bugüne kadar 42 başbakan, 13 cumhurbaşkanı gördü. En önemlisi de 3 trilyon doların heba edilmesine neden olan bir sorun haline geldi. Artık bu ülkenin ekonomisini, yaşamını zehirleyen bu anlayışı bir kenara bırakarak bu sorunu demokratik yollarla, diyalogla çözülmesi sağlanmalıdır.”

    Haklı!

    “Biz de Kürtlerin ve Türklerin birbirini sevmesinin farz olduğunu söylüyoruz, buna inanıyoruz. Biz de Kürt ve Türklerin tarihsel işbirliklerinin halka kazandırdıklarına şahitlik yaptık. Şimdi bu ilişkilerin demokratik bir anlayışa kavuşması gerektiğini belirtmek istiyoruz. Kürtlere tanınacak her hakkın Türklerin kaybı olacağı endişesinden artık kurtulmamız gerekiyor. Her iki halk kazandıkça Türkiye kazanır. Biz barışı ve çözümü kimseden beklemiyoruz. Barışı da, çözümü de getirecek olan bu salondaki birlikteliğimizdir. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde bu meseleyi siyasal ikballeri için araçsallaştıranlara karşı barışı toplumsallaştırma gibi büyük bir görev önümüzde duruyor.” diyor.

    Haklı!

    „Kürt sorununun baş müzakerecisi Öcalan’dır. Açın İmralı’nın kapılarını, Sayın Öcalan’ın düşünceleri halkla buluşsun.”  diyor.

    Haksız!

    “Yıllardır büyük bedeller ödeyerek her koşulda savaş karşıtı cepheyi büyütme ve barış talebini toplumsallaştırma mücadelesi veren partimiz, normalleşme söylemlerinin halklarımıza karşı mevcut sorunların perdelenmesi amacıyla kullanılmasına izin vermeyecektir.

    Çözüm tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi olumludur.

    Ancak; geçmişteki teslim alma söylemlerinin yeniden dillendirilmesinin siyasal, tarihsel ve toplumsal bir sorun olan Kürt sorunu ve Türkiye’nin sorunlarının çözümüne katkı sunmayacağı açıktır.

    Partimiz, toplumsal sorunların çözümü için tüm muhatap ve tarafları önemsemekle birlikte asıl çözümün, iktidardan bekleyerek değil Türkiye’nin tüm işçi, emekçi ve ezilen kesimleri ile halklarının katıldığı örgütlü bir sürecin inşa edilmesiyle mümkün olacağına inanmakta ve yıllardır bunun için mücadele etmektedir.

    DEM Parti olarak, adil, demokratik ve halkların eşitliğini esas alan bir çözümden yanayız.

    Barışı, demokratik bir anayasayı, özgürlüğü ve demokratik cumhuriyeti savunuyoruz.”

    diyor.

    Özellikle de altını çizdiğim sözlerinde, yerden göğe değin haklı…