10 Nisan 2025 Perşembe
Almanya'da Fenerbahçe efsaneleri ile eski Schalke 04 oyuncuları dostluk maçı yaptı
ÖLÜRSE TEN ÖLÜR, CANLAR ÖLESİ DEĞİL!
ÖZGÜR ÖZEL VE DİRENİŞ STRAJESİ
SİLİVRİ YOLCUSU KALMASIN
BİRLİĞİMİZİ GÜÇLENDİRELİM!
İSRAİL-FİLİSTİN SAVAŞINDA TÜRKİYE´NİN TAKINMASI GEREKEN TAVIR
Konuyu detaylandırmadan evvel, Cennet ne demektir, zebani ne demektir, özellikleri nelerdir önce onlara bir bakalım.
Cennet: Örtmek, gizlemek anlamındaki cenn kökünden isim olup “bitki ve ağaçları ile toprağı örten bahçe” mânasına gelir. (İslam Ansiklopedisi ilgili madde)
Herhangi bir şeyden fazlasıyla bulunan yer, çok güzel, huzur veren yer anlamlarına gelir. (TDK) Yani, aranılan her şeyin bulunduğu yerdir Cennet.
Zebani: İtip kakmak, şiddetle sürüklemek anlamındaki zebn kökünden türemiştir. İnsanlara eziyet etmek için bütün azalarını kullanır. Son derece iri yapılı ve acımasız bir yaratıktır. (Tahrîm, 6)
“Cennette, cennetliklerin her cuma gittikleri bir çarşı vardır. Orada, yüzlerine ve elbiselerine cennet kokuları üfleyen bir kuzey rüzgârı eser ve böylece güzellikleri daha da artar. Eskisinden daha güzel ve yakışıklı olarak eşlerinin yanına döndükleri zaman, eşleri:
“-Vallâhi bizden ayrıldıktan sonra sizin güzelliğinize güzellik katılmış!” derler. Onlar da:
“-Vallâhi siz de bizden ayrıldıktan sonra daha bir güzel ve cemâl sahibi olmuşsunuz!” derler. (Müslim, Cennet, 13)
Peygamberimize aid olduğu söylenen bir sözdür bu. Cennettekilerin hallerini tanımlar.
O Cennet’ten ne zaman Berlin’e gelsem aynı sözler bizler için de söylenir. Yüzüne kan yürümüş, kendine gelmişsin, izin sana yaramış, biraz da kilo mu almışsın ne; iyi beslenmişsin falan…
Evet o kuzey rüzgârı benim geldiğim Cennet’te devamlı esiyor ve o güzel kokularını devamlı üflüyor üzerimize. Hangi bölgesine giderseniz gidiniz o cennetin, kuzey rüzgarının üflediği o kokuyu her bölgede içinize çekebiliyorsunuz, ciğerlerinizi o kokuyla doldurabiliyorsunuz. İster batıya gidiniz ister doğuya, isterseniz kuzeye, isterseniz güneye, kuzey rüzgârı o kokuyu her taraftan üfleyip size getiriyor.
Orada monoton hayat yok. Her gün nimetler artarak devam ediyor, insanların iki günü birbirine eşit değil. Her gün aynı şeylerden farklı ve daha fazla zevkler alıyorsunuz, yiyecek-içecekler var. O çeşit çeşit yiyeceklerin hesabı yok. Endemik bitkileri ise bambaşka. Denizi bir güzel, yaylası bir başka güzel, kanyonları dersen harika. Ya o rüzgarların etkisiyle oluşmuş kum yığınlarına ne demeli… Tarihi kalıntılar ise dünya kuruldu kurulalı gelip geçen bütün medeniyetleri fısıldıyor kulağınıza.
Yani şimdi burası cennet değilde neresidir cennet. Var mı yeryüzünde başka bir örneği. Yok elbet. Evet yok. İnsan, bilmediği şeyleri, bildiği şeylerle mukayese eder. Hâlbuki bilinmeyen şey, bilinen şeye kıyas edilemez.
Evet ben, yeşiliyle, meyvesi ve sebzesiyle, havasıyla, suyuyla, ırmaklarıyla, gölleriyle, güneşiyle gerçek bir cennetten geliyorum. Dört mevsimin hepsinin tam olarak yaşandığı güzelim ülkeden, üç tarafı denizlerle çevrili olan yarımadadan, adına Cennet Vatan denilen o ülkeden geliyorum. Yaklaşık 60 yıl önce göz yaşları içinde, yakınlarımızı bırakarak ekmek parası kazanmak için terk ettiğimiz o ülkeden. Türkiye’den geliyorum…
Ah şu zebanileri de olmasa…
Diyeceksiniz ki; iyi de neden geldin o zaman o cennetten. Kalsaydın ya orada. İnanın kalmak istedim. Her gittiğimde geriye dönmek istemedim.
Ama zebaniler rahat vermedi. Zebanilerden kaçtım. O cennette olmaması gereken yaratıklar vardı. Zebaniler.
Onlarla cennette köşe kapmaca oynuyorsunuz. Her yerde başka bir kılıkla karşınıza çıkıyorlar. Gücünüz yetmiyor onlarla mücadeleye. Bu zebanilerin kahir ekseriyeti Melek kılığında. Tanıyamıyorsunuz onları. Kimisi kardeşiniz, kimisi amcanız, kimisi dayınız, teyzeniz, kimisi arkadaşınız…Kimisi din hizmetlisi, kimisi tarikat üyesi, kimisi devlet memuru. Mustafa Öztürk’ün tabiriyle; “ahlaksız imanlılar” onlar.
Gerçek yüzüyle görünenler de var. Ben zebaniyim diyor açık yüreklilikle size. Onları tanıyorsunuz ve onlara karşı gardınızı da alabiliyorsunuz.
Hangi dünya görüşüne sahip olurlarsa olsunlar, insanlar her şeyin çözümünü devletten bekliyorlar. Kendileri çok düzgün iş yapıyorlarmış gibi. Yaptıkları iş devletin işleyen çarkına çomak sokmak değilmiş gibi.
,
Onlara göre, yolsuzluğu hükümet yapıyor! Rüşveti yöneticiler alıyor veya veriyor! Suçlu olan hükümet veya devlet denen o aygıt. Kendileri sütten çıkmış ak kaşık sanki.
Devletten vergi kaçıran kendisi, devlete vergi vermek istemeyen ve vermeyen kendisi. Buna rağmen hizmeti hükümetten ve devletten bekleyen de kendisi. Allah aşkına bunlar zebani değildir de nedir?
Müslümanların Müslümanlığı kalmamış. Dinlerine küfrettikleri zaman, Allah ıslah etsin diyorlar, kendilerine küfredenlere ise had bildirmeye kalkıyorlar. Ahlaksız imanlılar. Ben de bu tespite katılıyorum. Yerinde bir tespit ve oldukça isabetli. Allah aşkına, bunlar zebani değildir de nedir?
Esnafa gidiyorsun, pazarlık yapmaya kalkarsan fiş almaz veya fatura almaz isen bir şeyler yaparız diyor. Ezan okununca da namaza gidiyor. Yanlış anlamayın, namaza gitmeyenler de aynı şeyi yapıyor.
Hangi partiye oy verirse versin, hangi cemaate mensup olursa olsun, hepsi aynı şeyi yapıyor. Sonuçta hepsi aynı şeyi yaptıkları için hepsi hükümet düşmanı, devlet düşmanı.
Hepsi kul hakkı yiyor. Herkes herkesin sırtından en kolay şekilde çıkar elde etme derdinde. Akrabalıklar, kardeşlikler, arkadaşlıklar bitmiş. Fakir fukarayı, garip gurebayı düşünen yok. Hepsi benim olsun, öteki ne olursa olsun düşüncesinde…
Sokaklar pislik içinde, şehrin temizliğine yardımcı olan yok. Elindeki çöpü çöp sepetine atma yerine sokağa atmayı yeğliyorlar, çekirdek çitliyorlar sokakta, izmarit atıyorlar sokağa…
Paran varsa adamsın. Nereden kazandığın hiç önemli değil. Dürüst isen ahmaksın. Çalıp çırpıyorsan akıllı adamsın. Allah aşkına bunlar zebani değildir de kimdir zebani?
Suriyeli mültecilere küfreden Müslüman isimli yaratıklar gördüm ben o Cennet’te. Kürsüye çıktığında Ensar’ı öven. Kendi içindeki muhacirlere ise küfreden din hizmetlilerinin, tarikat mensuplarının, başörtülülerin, parti üyelerinin varlığına şahit oldum ben o Cennet’te. Bunlar zebani değildir de kimdir zebani?
Avrupa’nın birçok ülkesinde olmayan hastaneler yapılmış o Cennet’e. Son teknoloji kullanılmış. Kullanılmış kullanılmasına da doktorlarının kasıntıdan yanlarına yaklaşılmıyor, hemşireler burunlarından kıl aldırmıyorlar. Bir de refakatçilik diye bir uygulama var, bir yakınınız hastaneye düşmüş ise o aileden birisi de onunla hastanede kalıyor. Rezalet. Hem de ne rezalet. Refakatçinin işi varmış, çocuğu varmış, evi varmış, evdekilere bakan başka kimse yokmuş kimseyi ilgilendirmiyor.
İyi de hastaya hastanedeki görevli hemşirelerin bakması gerekmez mi? Refakatçi neyin nesidir? Bunlar zebani değilse kimdir zebani?
O Cennet’te yaşayan insanlar cennette olduklarının farkında değiller. Cehenneme çevirmişler o güzelim Cennet’i. Kendileri de olmuş zebani.
Denizde yaşayan balığın denizin farkında olmadığı gibi, onlar da Cennet’in farkında değiller. Balık denizden çıkınca nasıl çırpınmaya başlarsa onlar da Cennet’ten çıkınca Cennet’in farklına varacaklar ama o zaman sel köprüyü çoktan alıp götürmüş olacak.
Ben Cennetten geliyorum, cehenneme çevrilen O Cennet’ten. Ben o Cennet’te yaşamak istiyorum. Ama ah şu zebanileri olmasa…
Rüştü Kam
AntwortenWeiterleitenReaktion hinzufügen |