Öteden beri kendini aydın sanan ve batı hayranı olan çoğu aydın, Anadolu köylüsünün cahil olduğunu savlar. Köylüye üstten bakma, onu hakir görme anlayışı herkesin ilgisini çeker. Bu nedenle ayakları yurt topraklarına basmayan batıcı aydınlar, kendi insanını hor görür. Zaten bu aydınlar, kendilerinden başkasının görüşüne pek de değer vermez.
Dünyanın en büyük, en kapsamlı devrimidir Türk devrimi. Bu devrimin önderi de Atatürk. Atatürk, bu büyük devrimi Türk köylüsüyle yaptı. Çünkü o, köylümüzü çok iyi tanıyordu doğudan batıya, kuzeyden güneye. Birçok cephede köylerinden kopup gelmiş Mehmetçikle omuz omuza savaşmıştı. Günlerce gece gündüz bir arada yaşamıştı onlarla. Onların kıvrak zekâsını, yeteneklerini, yürekliliğini savaş alanlarında görmüştü.
Atatürk, Büyük Taarruz sonrası Bursa’ya gider. Yunan işgali altında kalmış Osmanlının ilk başkentine gitmesi anlamlıdır kurtuluştan sonra. Bu güzel ilimize, İstanbul’dan toplumumuzun farklı kesimlerinden yurttaşlarımız gelir Büyük Kurtarıcı ile görüşmek üzere. Bursa’da İstanbul Darülfünunu (İstanbul Üniversitesi) Gençlerine seslenir Atatürk, 21 Ekim 1922’de.
“Biliyorsunuz Türk neferi nasıl harp eder? Ayağı, sırtı giyinik olmayabilir. Bazen gıdası bile az olur; fakat o, daima ileri gitmek ister ve o kabiliyettedir. Ayağı aksar, yorgundur; görürsünüz ki, yine yürür ve daima ileri gider. Sorarsanız, “İzmir’e gidiyoruz!” der. Askerimizin çoğu, her halde İzmir’e gitmek istediği için, deniz kıyısına varmadıkça kanmamış, durmamıştır. Çünkü ona verilen emir, ‘Akdeniz’e!’ idi. Türk askerinin sinesi yalnız azim ve imanla doludur. O, göründüğü gibi perişan değildir. O, kabuğu siyah ve içi bembeyaz olan kestaneye benzer; yani bir cevherdir. Onunla hasbıhal edersiniz, onun mayasını, tabiatını anlar, öğrenirsiniz; fakat biliniz ki, o herkese de açılmaz. Derdine aşina çıkabilirseniz görürsünüz ki, cahil sandığınız o “Mehmet” neler bilir, kalbinde ne büyük emeller, fikirler besler! Onun için iddia ederim ve son hakikatle ispat ediyorum ki, harpte zafer, azim ve imanı kuvvetli olan tarafındır! Ve biz onunla muzaffer olduk. İşte siz gençler, onu takviye ediniz. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 14, Kaynak Yayınları, İkinci Basım: Mayıs 2007, s. 27)”
Atatürk’ün Türk köylüsünü, Bursa’nın ünlü meyvesi kestane örneğiyle anlatması toprağına ne denli bağlı olduğunun bir göstergesi.
Atatürk’ün Türk köylerinden toplanıp gelmiş ve büyük bir utkuya imza atmış Mehmetçik ile ilgili yukarıda söylediklerini, her yurttaş beynine iyice kazımalı. Kazımalı ki bilip bilmeden köylümüzle ilgili ileri geri yorum yapmasın. Demek ki köylümüzü anlamak için ona karşı içten davranmalı. Onun yüreğine girecek duygusal ve düşünsel ortamı yaratmalı.
“Çünkü, bize ancak ve her şeyden evvel o “azim ve iman kuvveti” lazımdır. Zaten biz harpten evvel fenni ve maddi vasıtaları ve şartları hesaba dahil etseydik harbi göze alabilir miydik?.. Fakat, terazinin bir kefesine imanımızı koyduk, maddi boşluğu doldurduk ve işte o imanımız sayesindedir ki, bu büyük davayı halle cesaret ettik, muvaffak olduk; bugün kurtulmuş bulunuyoruz…
Hem biz, seleflerimizin yaptığını yapıyoruz. Denizde salla, karada kağnı ile yürümüyor muyuz? Fakat, bizim bu ilkel vasıtalarımız bizi yolumuzdan alıkoymuyor ki! Düşmanın her şeyi mükemmel değil miydi? Fakat düşününüz, onda “Türk neferindeki azim ve iman” var mıydı? Bulunabilir miydi? On binlerce düşman neferine şapkalarını çıkartarak süngüsü önünde baş eğdirten, Türk’ün azim ve imanı değil de nedir?.. (Aynı yapıt, s. 27-28)”
Atatürk, yukarıdaki sözleriyle en zor koşullarda bile umutsuzluğa düşmemenin güzel bir örneğini veriyor. En küçük zorluk karşısında ülkesinden umudunu kesip el kapılarında sürünmeyi amaçlayan kimi sözde aydınların tavırlarının ne denli zararlı ve boş olduğunu anlatıyor. Bir kişinin toplumsal konumu ne olursa olsun, kendi insanına güvenmesi gerektiğini kimi ussuz beyinlere çivi gibi çakıyor bu sözleriyle o.
Ne yazık ki köylüyü küçümseyenlerin önemli bir kısmı köylerde doğup büyümüş ya da anne ve babaları köylü yaşamış kişiler olması çok ilginç değil mi? Atalarımız, bu tür kişileri anlatmak için “Kestane kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmemiş.” sözüyle anlatır. İşte köylümüz keskin zekâsı, çabuk kavrayışı, usçu gözlemi ve kıvrak bakışıyla toplumuzdaki yabancılaşmayı anlattığı güzel bir deyim. Köylümüzün içindeki cevheri keşfetmeli.
İkinci cumhurbaşkanımız ve Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızdan İsmet İnönü, köylümüz için “Çarıklı erkânı harptir.” sözünü boşuna mı söylemiş? Sosyalizmin büyük önderi Karl Marks ise: “Türk köylüsü, Türk halkı Avrupa köylülüğünün en yetenekli ve en ahlaklı temsilcisidir. (Doğu Perinçek, Aydınlık gazetesi, 2 Şubat 2019)” sözü belki birçok kişinin aklını başına getirir.
Atatürk’ün yolundan gitmek için öncelikle Türk halkına güvenip inanmalı. Onunla birleşmeli her alanda. Halkı küçük görerek, onun cahil olduğunu söyleyerek devrimci de milliyetçi de halkçı da olunmaz. Halk denizse biz de onun içindeki balıklarız. Balık, sudan çıkınca yaşayamaz.
Adil Hacıömeroğlu
ALMANYA
11 saat önceGÜNCEL
12 saat önceGÜNCEL
12 saat önceGÜNCEL
12 saat önceALMANYA
24 saat önceALMANYA
1 gün önceALMANYA
1 gün önce